Yapısal değişime giden yolların kavşağı
İki turlu seçim
Türk siyasetinde bir gelenek var; her tıkanmanın ardından faturanın bir bölümü seçim sistemine çıkarılır. Ama, buna rağmen, şimdiye kadar ne tam katılımı ne tam istikrarı sağlayacak bir buluşma noktası bulunabildi. Şimdi gündemde iki turlu seçim var.
Türkiye'de son aylarda yapısal değişimi başlatacak önemli adımlar atılıyor. Bunların arasında diğer sayfalarımızda ayrıntılı olarak sunduğumuz Yerel Yönetimler Reform Tasarısı başta geliyor.
Hemen yanıbaşında da Cumhurbaşkanı Süleyman Demirel'in üzerinde önemle durduğu başkanlık sistemi var.
Türkiye'nin deneyimli siyasetçisi Demirel, bugünkü sistemde hükümetlerin Türkiye'nin sorunlarını çözmekte zorlandığını açıkça ifade ediyor. Sistemin çağın temposuna ayak uydurmakta zorlandığı belirtiliyor.
Hızlı karar ve hızlı uygulama yanında istikrarlı hükümetler oluşturabilmek için başkanlık sistemine geçilmesinin gerekliliği savunuluyor.
Türk demokrasisinin sıkıntıları aşacak güce kavuşması için tartışmaya açılan bu iki temel değişikliğin yolu hiç kuşku yok ki, seçim sisteminden geçiyor.
Gündemdeki yapısal değişikliklerin işlerlik kazanabilmesi için iki turlu seçim sistemine geçilmesi gerekiyor.
Bu durumda Türkiye'nin yeniden yapılanma sürecinde asıl çözülmesi gereken düğüm, seçim sistemi olarak karşımıza çıkıyor.
Acaba Türk siyasetçisi iki turlu seçime nasıl bakıyor?
İlk aşamada iki turlu seçim sisteminin yerel seçimlerde denenmesi öngörülüyor. Bu sayımızda iki turlu seçim sistemiyle ilgili çeşitli partilere mensup belediye başkanlarının ve bazı parti yetkililerinin görüşlerine yer veriyoruz. Böylelikle, Türkiye'nin önümüzdeki süreçte yeniden yapılanmasındaki ana malzemeyi hangi parti mensuplarının nasıl değerlendirdiklerini ortaya koymaya çalışacağız.
Güçlü halk desteği
İki turlu seçim tercihi bilindiği gibi güçlü yönetim isteğinden kaynaklanıyor. Bu tür seçimle sandıktan çıkan kişi ya da partinin arkasında halk çoğunluğu olması sağlanıyor.
Kısaca özetlemek gerekirse, seçimin birinci turunda, adaylardan ya da partilerden yüzde 50'den çok oy alan çıkmazsa, en çok oyu alan iki aday ya da iki partinin katılacakları ikinci tur yapılıyor.
Seçmen iki kez sandığa gidiyor ve ikinci turda iki aday olduğu için seçilen kişi ya da parti, seçmenin yarısından fazlasının oyunu almış oluyor. Bir bakıma, tek turlu seçimlerde, tek başına iktidar için yeterli oy alamayan partilerin biraraya gelip koalisyon kurmaları yerine, seçmenler ikinci tercih haklarını kullanarak güçlü iktidarı belirliyor.
Bu sistemin Türkiye için tek çıkar yol olduğunu savunanlar olduğu gibi demokrasi açısından sakıncalı olduğunu öne sürenler de var.
Sistem, daha önce de özellikle hükümet bunalımlarının neden olduğu buhranlı dönemlerde güçlü iktidar arayışlarında gündeme geldi. Kısaca, Türkiye iki turlu seçimi zaman zaman konuştu. Ancak, konuşmanın ötesine geçecek adım atılamadı. Bir bakıma iki turlu seçim Türkiye'nin siyasal gündeminden her seferinde teğet geçti. Gündemin içine giremedi.
Bu durum, iki turlu seçim için adım atmayı sağlayacak kadar güçlü istek duyulmamasından kaynaklanıyordu.
Peki neden?
Siyasetin renkleri
Bu sorunun sağlıklı yanıtını bulmak için çok partili dönemin başlarına dönerek günümüze doğru hızlı bir geçiş yapmakta yarar olduğunu sanıyoruz.
Ülkemizin siyasal yelpazesinde seçmen dağılımına baktığımızda yarım asırlık bir şablonla karşılaşıyoruz. Bu şablonun CHP - DP denklemi üzerine kurulduğunu görüyoruz.
Demokrat Parti, CHP'nin önde gelen kişilerince kurulmuştu. Böyle bir girişimi başlatan Dörtlü Takriri var eden temel düşüncenin ağırlık noktasında tek parti kalıplarını kırma isteği vardı. CHP dışında bir partinin, CHP dışındaki bütün düşünce ve inanç gruplarının oylarının toplandığı parti niteliğini alması kaçınılmazdı.
Siyasal yelpaze iki ana renkten oluşuyordu. Doğal olarak bu renklerden biri iktidar, diğeri muhalefet görevini üstleniyordu.
1950'li yıllarda bir iki küçük ara renk ortaya çıkmasına karşın ana renklerin ağırlığı değişmedi.
1960 sonrasında ise renkler çoğaldı. İki ana rengin de dış kanatlarında farklı tonlar oluştu. Ana renkler, bu çoğalma sürecinde ortada kaldılar. Ama artık seçmen oyları yüzde 5-10'luk farklarla ikiye bölünmüş değildi. İki partili denklemin yerini çoklu denklem almıştı.
İki ana renk yüzde 30'un üzerinde, kanatlardaki renkler ise yüzde 10'un altında oy topluyordu. Ana renkler tek başlarına iktidar olma olanağını yitirmişti.
Ne güçlü iktidar oluşuyordu, ne de güçlü muhalefet.
Azınlık iktidarı
Aslında iktidar güçlü olmayınca muhalefetin bütün parçaları güçlü görüntü veriyordu. İktidar olmak verilecek tavize bağlı olarak şekilleniyordu.
Hiçbir parti köklü çözümleri gerçekleştirecek güçte değildi.
Ortak noktalarda buluşmaya dayalı koalisyonlar dönemi kaçınılmazdı. Bu da köklü önlemleri gerektiren çözümleri sürekli ertelemek anlamına geliyordu. İktidarların temel çözümlerde etkisiz kalmaları yönetimsel zaafiyetleri doğallaştırıyordu.
Güçlü iktidar arayışlarında en son bulunan formül, seçim yasasını, yüzde 30'lar dolayında oya sahip ana renkleri tek başına iktidara taşıyacak yapıya kavuşturmak oldu. Bu formülde, yüzde 10'un altında oya sahip kenar renkler parlamento dışında kalıyor, en yüksek oyu alan ana renkler, kenar oyların da dolaylı olarak sahibi oluyordu.
Sonuçta, yelpazede hiçbir parti yüzde 30'ları aşamıyor, ama, yüzde 20'nin üzerinde oy almak, tek başına iktidar hayali kurmaya yetiyordu.
Halen yürürlükte olan bu seçim sistemi; seçime katılan 10 partiden 9'unun yüzde 10'un altında oy alması halinde, yüzde 15-20 oranında oy alan partiye tek başına iktidar olma olanağı veriyordu.
Bu da ana renklerin sürekli bölündüğü bir ortamda yüzde 15'lik güce sahip radikal partilerin tek başına iktidar olması demekti. Henüz tam bu sonuç gerçekleşmedi. Ancak, Türkiye buna çok yakın sonuçların olumsuz etkilerini yaşadı.
Denenmemiş tek sistem
Bu güne kadar denenen seçim sistemleri, güçlü iktidar arayışlarına yanıt vermemişti. Geriye denenmemiş tek sistem kalıyordu; iki turlu seçim.
İki turlu seçim, kurgusunun doğal sonucu olarak, seçilmiş kişi ya da partiye yüzde 50'nin üzerinde seçmen desteği verecek bir yöntem niteliği taşıyor.
Örneğin bu sistemde hiçbir belediye başkanı yüzde 25'le 30'la seçilemeyecek. En çok oyu alanın seçildiği sistemlerde ne yazık ki, kazananın karşısındaki seçmen sayısı, kazananı destekleyen kitleden her zaman daha çok oluyor.
Bu da demokrasinin son derece önemli saydığı seçmen iradesi kavramına ters düşüyor.
Yazı bütünü içinde birkaç kez yinelediğimiz gibi seçilen kişi ya da partinin arkasında mutlak seçmen çoğunluğu olmasını ise sadece iki turlu seçim sağlıyor.
Peki, bütün partiler güçlü iktidara taraftar gözükmelerine karşın iki turlu seçimi neden gündeme getirmediler?
Bir bakıma, Türk siyasetindeki tıkanıklık bu sorunun yanıtında yatıyor.
Ne yazık ki, hemen hemen bütün partiler bugünkü sistemde tek başına iktidar olmaya yeterli olabilecek yüzde 20'lik oyu kolay erişilebilir saydıkları için iki turlu seçime uzak durmayı tercih ettiler. Ancak, Türkiye, siyasetçilerin bu tercihlerinin faturasını ağır ödedi.
Doğal olarak toplumun bütününü ilgilendiren en yaşamsal kararlar yüzde 30-35'lik oy gücüne sahip iktidarlarca alınmak zorunda kalındı.
Bugün gelinen noktada daha farklı yaklaşım görüyoruz. Artık iki turlu seçime siyasetin ana renkleri sayılan partiler eskisi kadar uzak durmuyor.
Yeniden yapılanma ve güçlü yerel yönetim oluşturma girişimleriyle başkanlık sistemi gibi temel değişiklikler, iki turlu seçimi zorunlu kılıyor.
Bu zorunluluk şu cümleyle ifade ediliyor:
Temel reformlar en çok oy alanın seçildiği bir seçim sisteminde boğulur.