Yaşam
Bu yazı; hangi yörelerdeki halkımızın nasıl bir tehdit altında bulunduğunu yerel yönetimlerden sorumlu olanlara hatırlatmak amacıyla hazırlanmıştır.
Henüz onu önleyecek yöntem yok! Ama, zararını azaltmak mümkün!
Depremler ve kentler
Bilimsel verilere göre, bu önlenemez afetle içiçe yaşamak zorundayız. Çünkü ekonomik kaynaklarımızın büyük kısmı en tehlikeli deprem kuşağında yer alıyor. Öyleyse depremden korunmayı bilmeliyiz.
Can ve mal kaybı açısından en büyük doğal afet olan deprem, kentler ve canlılar için potansiyel bir tehlike oluşturuyor. Bu konuda yerel yönetimlere büyük görevler düşüyor.
Depremin zararlarını önleme çalışması yapılaşma sırasında başlıyor. Bu önlemler şöyle sıralanıyor; zemin etüdü, meslek odaları ve belediyelerin denetimi, yapıların sigortalanması, depreme dayanıklı yapı sistemleri, beton laboratuvarları, müteahitlerin kontrolü ve gökdelen yapımından kaçınmak..
Deprem; yeryüzünü şekillendiren jeolojik olaylardan biri olarak tanımlanıyor. Fay dediğimiz kırıklar boyunca yerkabuğunda meydana gelen hareketler, depremleri oluşturuyor.
Bu olaylar sırasında dağlar yükselebilir, nehirlerin ve derelerin yatakları değişebilir, vadiler derinleşebilir.
Deprem zararlarının ana çizgilerini; sarsıntı ve zemin hareketlerinden dolayı yapıların çökmesi, su, kanalizasyon, ulaşım, elektrik ve haberleşme sistemlerinin hasar görerek çalışmaz duruma gelmesi oluşturuyor. Bunlardan başka, depremden kaynaklanan yangınlar, deniz dalgalanmaları, heyelan ve çamur akmaları da deprem zararlarının artmasına sebep olabiliyor.
Dünyada her yıl magnitüdü (aletsel büyüklüğü) 6.0'dan büyük 100 deprem, 7.0'den büyük 20 deprem meydana geliyor. Yani, her üç haftada bir büyük deprem yaşanıyor. Fakat bu depremlerin çoğu yerleşim alanlarından uzaklarda meydana geldiği için hasara neden olmuyor ve kamuoyunun ilgisini çekmiyorlar.
Ancak, bu depremler yerleşim alanlarına veya büyük şehirlere yakın yerlerde meydana geldiklerinde büyük felaketlere sebep olabiliyorlar. Yalnızca 1976 yılında Çin'de 250 bin, Guetemala'da 23 bin, İran'da 2 bin, İtalya'da 900 ve Türkiye'de Muradiye'de 4 bin kişi depremlerde öldü, binlerce kişi de yaralandı.
Depremlerin sebep olduğu maddi kayıplar da çok büyük boyutlara ulaşıyor. 13 Mart 1992'de Erzincan'da meydana gelen deprem 30 trilyon, 1 Ekim 1995'de Dinar'da meydana gelen deprem ise 10 trilyon lira zarara sebep oldu.
Yıkıcı depremlerin İstanbul, İzmir, Bursa, Kocaeli gibi nüfus yoğunluğunun büyük ve sanayi merkezlerinin yoğun olduğu şehirlere yakın olması halinde, karşılaşılabilecek can ve mal kayıplarının çok büyük boyutlarda olabileceği kaydediliyor.
Türkiye'de deprem riski
Dünyada depremlerin yüzde 95'i Akdeniz kıyıları, ülkemiz ve İran'ı da içine alan bir kuşakta meydana geliyor.
Ülkemiz topraklarının yüzde 92'si ve nüfusumuzun yüzde 95'i deprem bölgeleri içerisinde yer alıyor. Bu toprakların yüzde 44'ü çok tehlikeli deprem bölgesinde bulunuyor. Nüfusumuzun yüzde 60'ı bu tehlikeli bölgede yaşıyor. Büyük sanayi merkezlerinin yüzde 99'u deprem bölgeleri içinde ve bunların yüzde 74'ü çok tehlikeli bölgelerde yer alıyor. Ulusal gelirimizin de yüzde 91'i deprem bölgelerinden sağlanıyor. Planlanan barajların yüzde 92'si deprem bölgelerinde ve bunların yüzde 32'si çok tehlikeli yerlerde bulunuyor.
Neresi daha tehlikeli
Uzmanlara göre ülkemizde, Akdeniz ve Ege kıyıları, Bolu, Amasya, Tokat, Erzincan, Erzurum illeri, Hatay'dan başlayan Malatya, Bingöl üzerinden tekrar Erzurum'a doğru uzanan bant ve Batı Anadolu'da doğu-batı doğrultusunda akan nehirlerin çevresi, deprem riskinin en yüksek olduğu yerler olarak biliniyor.
Güneydoğu Anadolu, Ankara, Konya, İçel ve Karadeniz kıyıları ise deprem yönünden en az tehlikeli bölgeler olarak kabul ediliyor.
İstanbul'un durumu
İstanbul depremsellik bakımından çok aktif olan Kuzey Anadolu fay zonunun batı ucunda yer alıyor. Son 1000 yıl içinde, İstanbul ve yakın çevresinde 100'den fazla yıkıcı deprem meydana geldi. 1900'den günümüze kadar ise; magnitüdleri 5.9 ile 7.2 arasında değişen 23 deprem yaşandı.
İstanbul'da büyük hasar yapan ve can kayıplarına sebep olan depremlerin en büyüğü, magnitüdü 7.5'e yakın olan 10 Temmuz 1894 depremiydi. Kentin gelecekte de büyüklüğü 7.0 veya daha büyük depremlerin tehdidi altında olduğu belirtiliyor.
Uzmanlar, 7,5 şiddetinde bir deprem meydana geldiğinde tüm gecekondular ve kaçak yapıların yıkılacağını, yani, İstanbul'un yüzde 65'inin yerle bir olacağını kaydediyorlar. Yapılan tespitlere göre de, kaçak yapılardan sonra en büyük zararı Küçükçekmece'den başlayarak Silivri'ye uzanan hattaki yerleşim alanları görecek.
Çok katlı binaların yoğun olarak bulunduğu Beylikdüzü en çok yıkıntıya uğrayacak yerler arasında gösteriliyer. Ayrıca zemini zayıf olan Gürpınar, Yakuplu ve Kıraç, riskli yerlerin başında geliyor. Esenler, Güngören, Zeytinburnu, Bakırköy'ün bir bölümünün de, bitişik ve yanlış yapılaşma sonucu depremden büyük zarar göreceği kaydediliyor.
Bu tür zararların en aza indirilmesinin yolu ise, yapılaşma alanlarının bilimsel yöntemlerle saptanmasından geçiyor.
Büyükşehir'in çalışmaları
İstanbul Büyükşehir Belediyesi bünyesinde oluşturulan "Yerbilimleri Grubu", İstanbul'un jeolojisi, jeofiziği ve depremselliği konularında çalışmalar yapıyor. Grubun en önemli görevi; kent için sağlıklı bir nazım plan içerisinde mikrobölgeleme yapmak.
Mikrobölgeleme; bir bölgede olması muhtemel bir depremin özelliklerini çeşitli yöntemlerle belirleyip, zemin koşullarına göre çeşitli bölgelerde inşa edilecek yapılarda uyulması gereken kuralların ve buna bağlı olarak yapılaşmaya yön veren harita ve dökümanların oluşturulması anlamına geliyor. Yani her yönüyle depreme hazırlıklı olmak, depremin zararlarını en aza indirmek ve deprem etkilerinin o alandaki dağılımını belirlemek amacını taşıyor. Böylelikle yeni yerleşim alanlarının depremlerden en az hasar görecek şekilde seçilmesi ve en uygun yapı şeklinin belirlenmesi sağlanıyor.
Yerbilimleri Grubu'nun isteği üzerine, mikrobölgeleme yapma amacıyla Amerika ve İngiltere'den 6 adet sismograf (sarsıntı ölçüm cihazı) ithal edildi. Tanesi 25 bin dolara (yaklaşık 4 milyar lira) satın alınan sismograflar; Terkos, Karacaköy, Sazlıdere, Silivri, İstinye ve Avcılar'da açılan kuyulara yerleştirildi. Belirli bir büyüklüğün üzerindeki sarsıntılar bu cihazlarla ölçülerek kayıtlar alınacak. 2-3 yıl sürecek olan ölçümlerden sonra deprem tahminleri oluşturulacak, senaryolar üretilecek ve gerekli hazırlıklar yapılacak. İtfaiye, sağlık ekipleri, emniyet kuvvetleri ve diğer ilgili kurumlar depreme karşı alınması gereken önlemlerle ilgili olarak yönlendirilecek.
Yerbilimleri Grubu'ndan Jeofizik Yüksek Mühendisi Mahmut Baş, "Zemin ve Deprem İnceleme" adı altında müdürlük olabilmek için de ilgili bakanlığa başvurduklarını kaydetti.
Ancak bu çalışmalar yalnız İstanbul ve çevresini kapsadığı için yeterli görülmüyor. Bu uygulamaların Türkiye'deki diğer belediyelere de örnek olması ve özellikle 1. derecede deprem bölgelerinde belediyelerin benzer çalışmalar yapması gerektiği kaydediliyor.
Yapı türleri önem taşıyor
Ne yazık ki, ülkemizde en hızlı yapılaşma tehlikeli bölgelerde oluyor. Gerçi, özellikle deprem bölgelerindeki yapılaşmalar, kanunlar ve yönetmeliklerle kontrol edilmeye çalışılıyor. Ancak, en çarpık yapılaşmalar da buralarda görülüyor. Bu da İstanbul, İzmir, Bursa, İzmit gibi şehirlerde ekonomik gelişmelerin bir sonucu olarak son yıllarda görülen büyük nüfus patlamalarından kaynaklanıyor.
Nüfus artışı beraberinde yapılaşma problemini de getirdi ve denetlenemeyen binlerce bina yapıldı. Ayrıca, yerel yönetimlerin şehir planlamasına yeterli önemi vermemesi ve gerekli çalışmaları yapmaması nedeniyle deprem tehlikesine dikkat edilmeden şehirler kontrolsüzce büyüdü.
Türkiye'de yapı türleri ikiye ayrılıyor. Birincisi yığma yapı şekli, ikincisi ise betonarme yapı şekli.
Birinci derecede deprem bölgelerinde yığma yapıların en fazla iki katlı ve tuğladan yapılması zorunlu.
Betonarme yapıların ise çok katlı yapılmasına izin veriliyor.
Ancak bu yapıların deprem hesaplarına ve Türkiye'de uygulanan inşaat kodlarına uyularak yapılmaları gerekiyor.
Çözüm önerileri;
Görüşlerine başvurduğumuz, Mimarlar Odası istanbul Şube Başkanı ve Mimar Sinan Üniversitesi Mimarlık Fakültesi Dekanı Prof. Dr. Cengiz Eruzun, İstanbul Üniversitesi Öğretim Üyesi ve Büyükşehir Belediyesi Şehir Planlama Müdürlüğü Nazım Plan Danışmanı Prof. Dr. Ömer Alptekin ile İnşaat Yüksek Mühendisi Nejat Bayülke depremin zararlarını en aza indirmek için çeşitli önerilerde bulunuyorlar. Uzmanların önerileri şöyle;
İnşaattan önce zemin etüdü yapılmalı
Depremin zararlarını azaltabilmek için, öncelikle binaların inşa edileceği zeminin yerleşime elverişli olup olmadığı araştırılsın. Zemin etüdünden sonra depreme dayanıklı yapı teknikleri ile zemine uygun binalar inşa edilsin. Acil Durum çalışmaları planlansın ve tatbikatlarla vatandaşlar bilgilendirilsin.
Bina denetimini, meslek odaları yapmalı
ÆMDNMØBelediyelerin, yalnızca meslek odalarınca yapılan proje denetimine sıcak baktığı kaydediliyor. Mimarlar Odası Başkanı Cengiz Eruzun, her seçim döneminde yeni belediye yönetimleriyle proje denetimi konusunda protokol imzaladıklarını ancak, son dönemde Refahlı ilçe belediyelerinin protokole yanaşmaması nedeniyle bu uygulamanın kapsamının daraldığını belirtiyor.
İnşaatların sağlıklı bir şekilde denetlenmesi için, belediyeler kapılarını meslek odalarına açsın. İnşaatın denetimini belediyeden önce meslek odaları yapsınlar. Mimarlar Odası; inşaatın projeye uygun yapılmasını, jeoloji ve jeofizik mühendisleri; zemin etüdünü, İnşaat Mühendisleri Odası; inşaatın statik durumunu, Elektrik Mühendisleri Odası da; elektrik tesisatını denetlesin. Görevini yapmayan ya da yanlış yapan üyeler, ilgili oda tarafından cezalandırılsın.
Belediyeler müteahitleri denetlemeli
Özel inşaatları yüklenen kişilerin sicilleri belediyelerce tutulsun. Böylece müteahitler denetim altına alınsın. İmar Kanunu'nda böyle bir kural var fakat uygulanmıyor. İnşaatların yapımı mühendis ve mimarların sorumluluğunda görünmekte olsa da fiilen bu işler usta ve kalfa elinden çıkıyor. Bunların yapım bilgisi yetersiz. İnşaatlarda kalıp, beton ve demir yerleştirme işlerinde çalışan usta, kalfa ve işçiler eğitilsin ve belgelendirilsin. Belgesi olmayan kişiler inşaatlarda çalıştırılmasın. Belediye, müteahitleri denetleyerek inşaat çalışanlarının kalifiye olmasını sağlasın.
Yapılar sigortalanmalı
Avrupa ülkelerinde uygulanan Yapı Sigortası ülkemizde de uygulansın. Avrupa'da bina yapılmadan önce sigorta şirketine başvuruluyor. Şirket, binanın yapım aşamalarında depreme karşı dayanıklılık için her türlü şartın yerine getirip getirilmediğini denetliyor. Daha sonra sigortalıyor.
En azından birinci ve ikinci derecede deprem bölgelerindeki yapılar zorunlu olarak depreme karşı sigortalansın. Eğer sigorta şirketleri yapının kalitesi hakkında kuşkulu iseler daha yüksek prim alarak niteliksiz yapıları cezalandıracaklar. Böylece riskli yapılar baştan belirlenmiş olacak.
Zorunlu sigortanın etkili olabilmesi için, sigortasız yapıların sahiplerine devlet tarafından herhangi bir tazminat verilmeyeceği kanunda belirtilsin. Devlet koşulsuz olarak her afetzedenin zararını karşılarsa, yapının depreme karşı sigortalanmasının özendirici yanı kalmaz.
İnşaatta sorumluluk belirlenmeli
İnşaatların projesini yapan, kontrol eden, uygulamadan sorumlu kontrol mühendisi, yüklenicisi, mal sahibi ve kullanılması için ruhsat veren belediye, o yapıdan sınırsız olarak ya da en azından yapının amortisman ömrü boyunca sorumlu tutulsun. Yapım sırasında sorumluluk ya da yapı bittikten sonra 5 yıl için sorumluluk, deprem sık yaşanan bir olay olmadığı için yeterli değil. Deprem açısından yapıdan sorumluluk yapı ekonomik ömrü dikkate alınarak en azından 50 yıl olmalı.
Belediyeler, beton laboratuvarı kurmalı
Son yıllarda meydana gelen depremlerde binaların yıkılmasının en büyük sebebinin kullanılan betonun kalitesizliği olduğu görülüyor. Betonun kalitesinin denetlenmesi için beton laboratuvarları kurulmalı. Bunu devlet de belediyeler de yapabilir. Gerekli donanımların, belediyelere ücretsiz olarak sağlanması en uygun yol olur.
Yüksek binalara izin verilmemeli
Yüksek binaların deprem sırasında yıkılma riski fazladır. Bu nedenle gökdelen yapımından kaçınılmalı. Belediyeler mümkün olduğu kadar gökdelen yapımına izin vermemeli. ÆMDNMØEn fazla deprem riski taşıyan ülkelerden Japonya'da, depreme karşı esnek binalar inşa ediliyor ve bu binalar deprem sırasında yıkılmayıp sağa sola kayıyorlar. Ülkemizde de bu tür binalar yapılmalı.
Deprem sonrası yardım olayı
İnşaat Yüksek Mühendisi Selahattin Babüroğlu, deprem sonrası belediye-hükümet ilişkilerini şöyle açıkladı;
"Halk, depremden sonra en kısa zamanda yardım gelmesini bekler, devlet örgütlerini yanıbaşında görmek ister. İnsanlar, yardıma gelmesini bekledikleri yerel yöneticilerin ve yakınlarının da yıkımda zarar gördüğünü düşünecek durumda olmadıkları için hoşgörülü davranamazlar. Sade vatandaş, o anda devlet olarak; yöresindeki yerel yöneticileri bilir. Merkezi hükümet yerel yönetimi anında öyle takviye edebilmelidir ki; halkın, devlete-hükümete güveni sarsılmasın. Bu da önceden hazırlıklı olmayı, bilgilenmeyi gerektirir. Unutulmamalıdır ki; devlet ne denli yerinden yönetim sistemine göre mekanikleştirilmiş olursa olsun, merkezi hükümet yardımının ve çok yanlı müdahalenin en gerekli olduğu zaman doğal yıkımlar zamanıdır. Ölülerin çıkarılması, sağların yaşamlarının kısa sürede normale döndürülmesi, ilk sıcak yemeğin verilmesi, defin işlerinin yerine getirilmesi, insanlara barınak sağlanması, hayvan zayiatlarının en aza indirilmesi, yörenin; suyunun, kanalizasyonunun, elektriğinin, iletişim sistemlerinin işletilmesi, can ve mal güvenliğinin sağlanması, geçici ve daimi iskanın yoluna sokulması, hijyen ve çevre sağlığının güvence altına alınması, hekimlik ve koruyucu hekimlik hizmetleri gibi işlerin yapılmasını halk sabırsızlıkla isteyecektir."
*
Tarihten bir yaprak
Yapı denetimi
Yapı denetimine tarihte de büyük önem verildiği görülüyor. Belgeler; inşaatı hatalı yaparak yıkımına sebep olan ustalara ağır cezalar verildiğini yazıyor.
Yapı denetimi konusunda ilk düzenlemeye Hammurabi Yasası'nda (İ.Ö. 18. Yüzyıl)
rastlanıyor.
Düzenleme şöyle:
"Eğer usta yeterince dayanıklı inşa etmediği için bir konut çöker ve kullanıcısı ölürse, usta ölümle cezalandırılır."
Buradaki denetim, yapımcının sorumluluğu tanımlanarak sağlanıyor.
Roma İmparatorluğu'nda da benzer bir denetim gözleniyor. Roma yasalarına göre, yapımı tamamlanan kemerin kalıbı sökülürken, sorumlu mühendisin kemerin altında bulunması gerekiyor. Böylece, kemerin çökmesi halinde bedelini ödeyecek ilk kişinin sorumlu mühendis olması öngörülüyor. Bu da şüphesiz Babil'deki kadar etkin bir düzenleme.
Cana can ilkelliğinden biraz ileri, ancak yine de sorumlu mühendisin yaşamı ortaya konularak sağlanan bir yapı güvenliği.
*
Deprem acıları
1900'lü yılların başından itibaren ülkemizde meydana gelen önemli depremler;
TARİH YER MAGNİTÜDÜ ÖLÜ SAYISI HASARLI EV SAYISI
23.04.1903 Malazgirt - 1.700 İldeki tüm evler yıkıldı
09.08.1912 Şarköy-Mürefte 7.3 216 5.640
13.09.1924 Pasinler 6.8 50 -
31.08.1928 Torbalı 6.5 - 2.000
19.04.1938 Kırşehir 6.6 154 4.000
26.12.1939 Erzincan 7.9 40.000 -
20.12.1942 Niksar 7.0 500 Birkaç bin
26.11.1943 Tosya-Ladik 7.2 4000 40.000
01.02.1944 Bolu 7.2 4000 50.000
17.08.1949 Karlıova 6.7 300 1.500
12.08.1951 Kurşunlu 6.9 50 8.000
18.03.1953 Yenice-Gönen 7.2 265 5.000
25.04.1957 Fethiye 7.1 - 3.796
26.05.1957 Bolu-Abant 7.1 66 -
06.10.1964 Manyas-Karacabey 7.0 19 4.000
19.08.1966 Varto 6.9 2.396 3.000
22.07.1967 Abant-Sakarya 6.8 173 1.078
28.03.1970 Gediz 7.2 1.086 14.582
22.05.1971 Bingöl 6.8 755 5.323
24.11.1976 Çaldıran 7.5 3.840 9.232
30.10.1983 Erzurum 6.1 1.336 3.427
13.03.1992 Erzincan 6.8 600 Birkaç bin
01.10.1995 Dinar 6.1 87 4.000