Özel yaşam
Sevdikleri, tutkuları, uğraşlarıyla Beşiktaş Belediye Başkanı Ayfer ATAY..
Usta bir balıkçı
"Lüferin tadı hiçbir balıkta yok. Ama giderek azalıyor. Son birkaç yıldır dip balığı olan mezgit yakalanıyor. Onu oltaya midye ya da herhangi bir balık takarak yakalıyorsun. Aptal balıktır mezgit. Ama lezetli oluyor. Eskiden Museviler yerdi biz bakmazdık. Balık sayısı azaldıkça onun da değeri arttı."
Belediye başkanları kentin yaşamından sorumlu kişiler.. Görev yaptıkları yerde yaşamı daha kaliteli kılmak için zamanı uç uca ekliyorlar. Hani, çok çalışmayı anlatmak için gecesini gündüzüne katıyor, denir ya? Başkanlar öyle. Yağmur yağar uykuları kaçar! Kar yağar hiç uyumazlar!
Trafik onlardan sorulur, su onlardan, elektrik onlardan?! Çöp onlardan, park onlardan, kaldırım onlardan, mezarlık onlardan sorulur. Bir kısmı belediyeyi hiç ilgilendirmese bile, vatandaş gözünde yaşamla ilgili her konunun sorumlusu onlardır.
Peki bu insanların özel yaşamları yok mu?
Var elbet.
İstedik ki, sürekli sıkıntıları, çözüm arayışlarını yansıtmanın yanında başkanların özel yaşamlarından kesitler de sunalım.
İşte ilki; Ayfer Atay. Beşiktaş Belediye Başkanı. Bu söyleşide siyasetin yeri olmadığı için CHP'li olduğunu belirtmek gerekmiyor!
Ayhan FIRILDAK
Ayfer Atay, akların giderek siyahları aştığı saçları ve bıyıklarındaki renk armonisiyle tam bir Beşiktaşlı! Yani Kara Kartallı.
Siyah-beyaz armalar çalışma odasında yanıbaşında duruyor. Dünyaya sevgiyle bakmasını bilenlerden.
Övündüğü değerlerden biri Beşiktaşlılık. Ortaköy'de dünyaya gelmiş. Doğup büyüdüğü yerde çalışma mutluluğunu yakalayan doğma büyüme İstanbullu ender kişilerden biri. Bugün sorunlarını çözmek için çaba gösterdiği yerlerde geçmiş çocukluğu.
"O zamanlar Boğaz kıyıları pırıl pırıldı. Sular berraktı. Yüzerdik. Benim Boğaz sevgim, deniz sevgim, balıkçılığım o zamanlara dayanır.. Ortaköy'de toplanır, arkadaşlarla dalardık."
Ayfer başkanın en büyük tutkusu balık. Varsa yoksa balık. "Balık avlarken dinleniyorum" diyor.
Özel yaşamıyla ilgili bir röportaj yapma isteğimi söyleyince:
- Madem öyle gel balığa çıkalım, dedi.
İki gün sonrası için sözleştik. Teknenin bağlı olduğu rıhtımda buluşacaktık. Saat 7'de çıkmak gerekirmiş, ama, başkan bana biraz tolerans tanıdı:
- Sen alışık değilsindir; 8'de buluşalım!
Canıma minnet.
Ne var ki, hava geceden bozdu! O sabah bir yağmur.. Bir fırtına.. Telefonlaştık;
- Tadı olmaz, dedi.
Gidemedik.
Denizin dilinden anlıyor. Ne zaman muhabbeti çekilir, ne zaman çekilmez biliyor. Çitlenbik Sokak'ta bulunan Beşiktaş Belediye Başkanlığı binasının üst katındaki odasının geniş pencerelerinden Boğaz'a bakarken:
- Bak, dedi, sular köpürüyor. Bu havada Reis zorlanır. Bir şey anlamazdık!
Reis dediği, teknesi. Balığa çıktığı teknenin adı. Boğaz'da tanımayan yok. Reis rıhtımda değilse, bilin ki, başkan balıkta.
Karada başkan, denizde reis.
Teknesi ve deniz, Ayfer başkanın yaşamında başka bir boyutu tanımlıyor. Bakmayın siz balığın bolca olduğu aylarda Boğaz girişinde, Yenikapı açıklarında yüzlerce teknenin öbeklendiğine.. Binlerce kişinin olta salladığına.. Denizi onun gibi algılayan amatör ustaların sayısı 30'u geçmez.
Balığın iyisi nerde, irisi nerde onlar bilir. Hangi mevsimde hangi balığın hangi oltayla yakalanacağını da..
Zaten, "balık" de, ötesine karışma.. Sözü Ayfer başkana bırak.
Ben de öyle yaptım. Ama, "balık" değil de, "lüfer" deyip bıraktım.
Büyük bir keyifle anlattı. Meraklıları, püf noktalarını diğer sütunlarda bulabilir.
Gerçek bir tavla hastası
Ayfer Atay, denizi seviyor, doğayı seviyor, çiçekleri seviyor, balığı seviyor, Beşiktaş'ı seviyor.. Yaşamının her kesiti, bu sevgi yelpazesinin çizgilerini, renklerini, yansıtıyor. Bir bakıma bunlar yaşam grafiğini oluşturuyor.. Her kurumsal ilişki bir takdir vesilesi olmuş. Çalışma odasındaki plaket ve flamaların sayısını kendisi de bilmiyor. Yurtiçindeki ve yurtdışındaki kurumların verdikleri yüzlerce plaket, teşekkür belgesi, flama var. Önceleri bir deftere kaydetmeyi denemiş.. Ama üç yıl önce defter kaybolunca ipin ucu kaçmış.
Taa yazının başında dedik ya, tam bir Beşiktaşlı diye. Tam bir Beşiktaşlı olup da Kara Kartalların maçlarını kaçırmak olur mu? Olmaz tabii.
Bu yıl, Kara Kartal, binlerce taraftarı gibi Ayfer Atay'ı da Avrupa'da epey dolaştırdı. Belki birazı kent yöneticisi olmaktan kaynaklanıyordu, ama, Kara Kartal'ın peşinden yollara düşmenin asıl nedeni, siyah-beyaz aşkıydı kuşkusuz.
Her taraftar gibi, o da takımı galip gelince seviniyor, yenilince üzülüyor.
Ama üzüntüsünü de sevincini de pek belli etmiyor. Tavla hariç.
Zaten onu da saklamıyor:
- Tavlada yenilmeye dayanamıyorum!
Peki hiç mi yenilmiyorsunuz?
Ne mümkün?
- Canım diyor, yenilmez olur muyum? Zar bu! Elbet yenildiğim zamanlar da oluyor.
Başkanın ezeli rakipleri var. Onlarla Ortaköy'de yaptığı tavla maçları pek meşhur.
Kendi anlatıyor:
- Mevsim müsaitse dışarda oynarız. Seyircili. Çaylar, kahveler, gazozlar, dondurmalar, yenilenden.. İşte orda yenildim mi, fena oluyorum.
Peki yenilenin koltuğu altına veriyorlar mı tavlayı?
- Veriyorlar!
Evet.. Sevdikleri arasında bir de tavla var. Ama, buna sevgi mi demeli yoksa hastalık mı, onu kestiremiyor!
*
Çok özel
Denizde "Reis", karada "Başkan" olarak anılan Ayfer Atay, inançlarının gereğini yaparken, kimseye belli etmemeye özen gösterir.
* Orucunu hiç bırakmaz
* Cuma namazını camide kılar.
* Camiye giderken makamından "toplantıya gidiyorum" diyerek çıkar.
* Namaz saatlerinde odasına kimseyi almaz, telefon bağlatmaz.
Çok kişinin göstere göstere yaptıklarını o sadece kendisine ait sayar.
*
Ayfer Reis'ten balık tarifi
Fırında çinekop
Balığı tutmak kadar pişirmek, yemek de önemlidir. Sarıkanat, çinekop ve lüferi ızgara yiyeceksin. Her balığın kendine özgü yeme özelliği var. Örneğin palamutu tava yiyeceksin. Ama artık apartman hayatında kolay kolay ızgara yapamıyorsun. Başta hanımlar başlıyor kokuyor demeye. Tüm apartmanda koku yapıyor. Biz, ızgara ya da tava balığı daha çok teknede yeriz. Tuttuğumuzu ayıklar, ocağımızda pişiririz. Evde daha çok mikro fırında yapıyoruz.
Balıkları ayıklıyorsun, tepsinin içine yerleştiriyorsun. Üzerine limon suyu gezdiriyorsun. Çok az sıvı yağ gezdirirsin. Domates ve soğan doğruyorsun. Onun üzerine tuz ve kekik koyacaksın. İstersen defne yaprağı ile de süsleyebilirsin, ama, kekik şart. Bir de karabiber koyarsın. Çok az da su koyacaksın, çok su koyarsan çorba gibi olur. Suyu lezzetlidir, ama, o zaman da kilo alırsın, suyuna bandıracağım diye. Balıklar küçük ise 6 dakika, biraz daha büyükse 7 dakika fırında bekletiyorsun. Ama kılçıkları batmasın, rahat yiyeyim dirsen 9- 10 dakika fırında bekletirsin. Onlar da yok olur. Üzerine kağıt koymayı unutmayacaksın. Kağıdın üzerine de su gezdireceksin. Beşinci dakikadan sonra o nefis koku yayılmaya başlıyor evin içine. Sonra koy masana ye. Bir de elinle yiyeceksin, çatal bıçak koymayacaksın sofraya.. Lüfer lezzet bakımından balıkların kralıdır. İzmir ve Egeliler çipra falan der, ama, lüferin ayrı bir tadı vardır. Denizlerin padişahıdır.
*
Nostalji
Bir zamanlar Boğaz'da...
* Buzulların geldiği 55'li yıllar. Ben 10 yaşlarındaydım. Kar yağdığı zaman balık kıyıya vururdu. Ortaköy camisinin önünde birçok çocuk gibi ben de kıyıda çırpınan balıkları yakalamak için atlardım. Sırsıklam kaldığımı hatırlarım.
* Eskiden Boğaz temizdi. Boğazın dibi, kayaları, zemini, yosunuyla balığın gelip de yuva yapacağı yerlerdi. O zamanda balıkçılar vardı. Ortaköy ve Arnavutköy'de Rum ve Yahudi balıkçlar vardı. Karadan ağlarını attıkları zaman dalyan çevirirlerdi de şarkılarla durgun sularda balık avlarlardı. Yine yapıyorlar ama eskisi gibi değil. O zaman balık da boldu. Hatırlarım; ben 9 yaşında Ortaköy'de deniz kenarında torik yakalardım. Şimdi 39 yaşındaki bir adam torik nedir bilmez. O zaman torik fakir yemeğiydi, bol olması dolayısıyla. Şimdi torik pek nadir yakalanıyor.
* Çocukluğumuzda, hatta gençlik yıllarımızda ıstakoz sepetleri vardı. Denize sarkıtılır bırakılırdı. Balık girdiği zaman bir daha çıkamazdı. Ortasına da bir sopayı geçirilir, ince gözlü balık ağının içine midye ile hamur hale getirmiş ekmek sarılır, sepetin ortasındaki sopaya bağlanırdı. Ucuna kurşun bağlı iplerle sepetler denize barıkalır, gün boyu orada kalırdı. Akşam olunca toplarlardı. Küçükken, dibe dalar, sepette ıstakoz var mı diye bakardık. Varsa, bir ucunu çıkartıp ıstakozu alırdık. Balıkçılar görmezse sorun çıkmazdı. Ama, gördükleri zaman onlar kovalar biz kaçardık. Şimdi bırakın ıstakozu balık bile kalmadı. O sepetlerle yengeç de yakalanırdı.
*
Balıkçılara notlar
* Palamut çapari ile,
* Lüfer zargana ile,
* Sarı kanat, çinekop üç ay çapari ve üç aydan sonra hamsi takarak yakalanır. Büyüdüğü zaman zargana ile yakalama şansı var.
* Şimdi deniz kenarında kamışçıları görüyoruz. Kıraçye yakalıyorlar. Ben onu tercih ederim. Tadı çok lezzetlidir ve bembeyaz eti vardır.
* 100 çeşit balıktan kala kala birkaç balık çeşidi kaldı. Bugün artık amatör ruhlu olup da profesyonel balık avlayan ancak 25- 30 kişi var. Ben onlardan biriyim.
* Balıkçı hiç ümidini kırmaz. Hep, bu sene balık çok olacak diye ümitlenir. Balıkçı kendine göre bir gerekçe bulur. Her sene gerekçe hazırdır.
* Boğaz'ın kirli oluşu, balığın dipte yatamaması, yuva kuramaması gibi nedenlerle balık azaldı.
* Oltayı yutan balığı hemen yukarı almak da marifet ister. Yukarı çekerken balığı kaçırmak da var. Hızlı çekmek lazım, iyi hissetmek lazım, biraz da ustalık lazım. Aksi taktirde balığı bol bol beslersiniz. İki türlü balıkçı vardır o yüzden. Biri balıkları besler, diğeri yakalar!
*
Balığı bol yerler
Bebek koyu, Kuruçeşme ve Galatasaray adası açıkları, Boğaz çıkışında büyük liman, onun karşısında Ceneviz kalesinin alt kısmı, Salı Pazarı, Yenikapı önleri güzel balık yapar.
Poyrazköy'ün önü, Riva açıkları, Eşek Adası da güzel balık yapar.
*
Balık takvimi
* Usta balıkçı için balığın tarihi bellidir, hatta gününü bile söylerler. Usta balıkçı neredeyse balık oradadır.
* Eylül ayının ortalarından itibaren Boğaz'da lüfer tutulmaya başlanır. Lüferden daha bol olarak çinekop.. Hatta sarıkanat.. Çinekop zaman içerisinde sarıkanata dönüşür. Sarıkanadı kasımın ortalarına hatta aralığın ortalarına kadar tutmak mümkün. Balıkçılar için en keyifli aylardır bunlar. Ancak son yıllarda bunlar hızla azaldı. Kirlenme büyük etken. Ama bir de ürkme var. Büyük balıkçı motorları elektronik cihazlar kullanıyorlar. Işınlar balıkların ürkmesine neden oluyor. Dolayısıyla balıklar Boğaz'da fazla beklemeden kaçıyorlar. Boğaz'dan dışarı çıktıklarında da, büyük balıkçılar, balığa hayat tanımayan kocaman 200 metre derinlikte altında tonlarca kurşunu olan ağlarıyla hepsini yokediyorlar. Dip balığından tutun da deniz anasına kadar ne varsa toplarlayıp hayatı öldürüyorlar.
Onun için Boğaz'daki balık da eskisi kadar beklemez oldu. Boğazda çinekopu çapariyle yakalıyoruz daha çok.
Eylül ortalarından aralığın ortalarına kadar çapariyle tutarız, sonra yemliğe dönüşür. Ama miktar azalır.
* Palamut tutmak da ayrı bir zevk. Eylülün ortalarında başlar, kasımın başlarına kadar tutulabilir. Özellikle Karadeniz'den Boğaz'a giriş, Eşek Adası'nın bulunduğu yerler, Kilyos ve Riva açıkları, palamutun bekleme yaptığı yerlerdir. Palamut da çapari ile yakalanıyor. Onun çaparisi 40-60 iğne arasında değişiyor.
Hareket halinde tutuyorsunuz palamutu. Balığın gittiği yönün tersine gidilerek tutulur. Balığın takıldığını hissettiğiniz an çapariyi hareket ettirmek gerekir. Palamutların sürü halinde gelme ihtimali çok fazla. Oltaya vurduğu an hemen oltayı birkaç defa çekmeniz ve motoru süratlendirmeniz lazım. Kaçıyor imajını vereceksiniz palamutlara. Bir yandan siz çekiyorsunuz, bir yandan da balıklar ağırlık veriyor. O sırada iyi çekmezsen ağırlıklar nedeniyle patlama olabilir. Ben iki kere patlattım. Bizimki acemilikten değil, hırstan oluyor.
* İyi av için balığın suyunu bulacaksın. Yani hangi derinlikte olduğunu.. Balıkçılar çevredekilerin ava ortak olmaması için oltadaki ağırlıkları göstermezler. Derinliği anlamasınlar diye..