• Anasayfa
  • Favorilere Ekle
  • Site Haritası
Yayınlarımız

YY Yerel yönetimler nasıl olmalı?

Görüş


Türk Belediyecilik Derneği Başkanı Balıkesir Belediye Başkanı Sami Gökdeniz:

Reform niçin zorunlu?

Her seçimden sonra, seçim kazanan partinin belediyeleri abat edilip, diğerleri mağdur edilmemeli, tüm belediyeler, yasadan doğan hakkını, kimsenin takdirine bağımlı olmadan alabilmelidir.

Türk idari yapısı, varisi olduğu Osmanlı Devleti'nin gelenekleriyle yeni siyasi kadroların temel tercihleri altında şekillenmiştir.

Kamusal mal ve hizmetlerin üretilmesiyle görevli idare, toplumsal gelişmeler ve değişmeler ışığında her dönem yeniden örgütlenmek ve toplumdaki gelişmeler doğrultusunda yeniden yapılanmak mecburiyetinde bulunmaktadır.

Ülkemizde gerek iç konjüktürde gerekse dış konjüktürde yaşanan gelişmeler ve zorlamalar sonucunda bir takım değişiklikler yapılmışsa da bu yeterli olmamış, gerçek anlamda reform niteliği taşımamıştır.

Oysa ülkemizin köklü bir idari reform ile çağdaş ve demokratik bir yapıya derhal geçmesi gerekmektedir. Klasik Osmanlı idari sisteminde bugünkü anlamda bir yerel yönetim anlayışı bulunmamakta, buna karşılık son derece iyi işleyen bir "taşra yönetimi", sisteme damgasını vurmaktaydı.

Yerel yönetim, devletin güçlenen otoritesi karşısında bir bölgenin veya bir şehrin idari ve mali sahalarda özerklik elde etmesi ve bunun hukuki bir varlık olarak ifadesiyle yerel yönetimler ortaya çıkmıştır.

Bir şehir halkının kendi yöresel ihtiyaçlarını karşılamak üzere kendi iradeleriyle oluşturdukları kurumlar olarak yerel yönetimler, Türkiye için batılaşma hareketiyle gündeme gelmiştir. Osmanlı Devleti'nde Tanzimat ve Meşrutiyet dönemlerinde teşekkül etmeye başlayan yerel yönetimler, Cumhuriyet dönemine de etki etmişlerdir.

Yerel yönetimlerin üç temel özelliğinden söz edilebilir;

1- Mali özerklik,

2- İdari özerklik,

3- Hukuki özerklik,

Bu anlamda klasik Osmanlı sisteminde bir yerel yönetimden söz edilemez.

Yerel yönetim vesayet altında

Cumhuriyet dönemindeki yerel yönetim sistemi, esas itibarıyla 1930'lu yılların başında çıkarılan bir dizi kanunla belirlenmiştir. Cumhuriyetin ilanından 1930'lu yıllara kadar Osmanlı sistemi korunmuş ve buna ilaveten belediyelerin mali bakımdan güçlendirilmesi yönünde bazı kararlar alınmışsa da, kısa bir zaman sonra yapılan yasa değişiklikleri ile bu sefer belediyelerin mali imkanlarının azaltılarak merkezi hükümete aktarıldığı görülmektedir.

Belediyelerin yanında yerel yönetimlerin önemli birimleri olan il özel idaresi ile köy yönetimleri konusunda da hem geleneksel Osmanlı sistemi yürürlüktedir, hem de merkezi yönetimin vesayeti devam etmektedir. İl özel idareleriyle ilgili 1913 tarihli "İdare-i Vilayet Kanunu Muvakkate" bazı değişikliklerle bugün dahi yürürlüktedir. Bu yasanın getirdiği yapılanma, ittihat ve terakki döneminin aşırı merkeziyetçi ve otoriter anlayışının ürünüdür.

Köylerle ilgili olarak ise 1924 tarihli "Köy Kanunu" çıkarılarak bu alanda düsenlemeler yapılmıştır. Ne var ki, mali kaynaktan yoksun ve zaman içinde de özerkliğini kaybeden köyler, bugün kaymakamlğın otoritesi altında bir alt hiyerarşik birim olarak faliyet göstermektedir.

1930'lu yıllar Türkiye'de siyasal ve toplumsal düzenin iyice şekillendiği ve sisteme damgasını vurduğu yıllar olmuştur. Bu durum yerel yönetimlere de rengini vermiştir.

En önemli değişiklik

1930 tarihli Belediye Kanunu'nu izleyen Umumi Hıfzısıhha Kanunu, Belediyeler Bankası Kuruluş Kanunu, Oktruva (Duhuliye) Vergisinin kaldırılarak Gümrük Vergisine yüzde 10 eklenmesine ilişkin kanun, Belediyeler Yapı ve Yollar Kanunu, Belediyeler İmar Heyeti Kuruluş Kanunu gibi kanunlarla Cumhuriyet dönemi belediyeciliğinin yasal ve kurumsal çerçevesi oluşturulmuştur. Esas itibariyle bu çerçeve bugün dahi korunmaktadır. En önemli değişiklik, 1984 tarihli 3030 sayılı kanun ve büyükşehir belediyelerinin kurulması olmuştur.

Kanunlar çıkarıldıkları dönemin şartlarını, eğilimlerini taşırlar. O gün için büyük reform sayılabilecek yasalar zaman içinde yeni şartlara ve gelişmelere uydurulmadığı takdirde sistemin işlemesini sağlamak bir yana, çalışmamasına yol açar. Yerel yönetimimizin yasal çerçevesinin çizildiği dönemin etkileri bugün günümüz şartlarını karşılayamaz duruma gelmiştir. Bilindiği gibi 1929 buhranından sonra, 1931 yılında Cumhuriyet Halk Fırkası'nın 3. Büyük Kurultayı, Türkiye Cumhuriyeti'nin idare ve siyasetinin yapılanmasında önemli kararlar almıştır. Bu kurultayda parti kimliğinin bariz vasfı olacak olan 6 ok kabul edilmiş ve bu tarihten sonra tek parti ile devlet bütünleştirilmiştir. Valiler aynı zamanda partinin il başkanı olarak görevlendirilmiştir. Özellikle partiyle devletin bütünleştirilmesi belediyeleri parti organı haline getirmiştir. Bu gelenek genellikle sürmektedir.

Halka güven duygusu yok

1580 sayılı Belediye Kanunu hazırlanırken, belediyelerin üzerinde merkezi yönetimin denetimi en önemli unsur olmuştur. İdari vesayet deyimiyle ifade edilen merkezi yönetimin kontrolü, belediyeleri çalışamaz hale getirmiştir.

Çağdaş anlamda bugün belediyelerimizin ne mali, ne de idari özerkliğinden söz edebiliriz. Sadece hukuki anlamda kişilik olmaları bu nedenle bir anlam ifade etmemektedir. Ülkemizde merkezi yönetim, yerel yönetimlerle gerçek anlamda bir güç ve yetki paylaşımı istememektedir. Merkezi yönetim idari ve mali olarak yönetimleri kendine bağımlı kılarak, yerel yönetimlerin kaynak yaratmalarına, yerel vergi koymalarına ve demokrasi açısından en önemlisi olan belediye meclislerinin yerel parlamento olmasını engelleyerek yerel yönetimlerin çağdaş, etkin, verimli olmalarını engellemektedir. Bunun sonucu, yönetme beceri ve işlevini kaybetmiş bir merkezi idare, hizmeti adeta engelleyen bir merkez bürokrasisidir.

Böyle bir merkeziyetçiliğin altında yatan gerçek, tek parti sistemlerinin en belirgin özelliği olan "Halka güvenmeme ilkesidir". Burada, merkez; halkına, dolayısıyla yerel yönetimlere güvenmemektedir. Bunun için herşeyi kendi denetimi altında tutma gereği duymaktadır. Oysa bugün Türkiye nüfusunun yüzde 70'i belediye sınırları içinde yaşarken herşeyin Ankara'dan çözülmesini beklemek boş bir hayaldir.

Türkiye'de, yerel yönetimlerin çerçevesinin çizildiği zamandan bugüne değin toplumsal ve siyasal ortam değişmiş, toplumun idareden beklentileri çeşitlenmiş, halkın eğitim ve kültürü farklılaşmış, ekonomik imkanlar ve üretim gelişmiştir. Bu itibarla acil olarak, hem merkezi hem de yerel yönetimleri yeniden örgütlemek, kamusal iş ve hizmetleri yeniden tanımlamak, merkezin kıskacını ve kontrolünü azaltmak, sorunların yerinden çözümü ilkesini benimsemek gerekmektedir.

Türkiye'nin Ankara'dan idare edilebilme imkanı kalmamıştır. Devlet, bir taraftan ekonomide gerekli düzenlemeleri yaparken diğer taraftan yerel yönetimler için taşıdığı sorumlulukları da yerel yönetimlere devretmeli, bu yetki ve kaynak kullanımını sadece denetlemelidir.

Yerel yönetimler, kaynak konusunda, değişen iktidarların takdirine göre değil, yasaların teminatına bağlı eşit hak ve adalet anlayışına dayalı pay almalıdır. Yerel yönetimler, siyasi otoritenin keyfiliğinden kurtarılmalıdır.

Her seçimden sonra, seçim kazanan partinin belediyeleri abat edilip, diğerleri mağdur edilmemeli, tüm belediyeler, yasadan doğan hakkını, kimsenin takdirine bağımlı olmadan alabilmelidir. İşte yerel yönetimler reformunun özü budur. Keyfilik ve kayırmacılık yerine, işleyen sistemin adaleti ve eşitliği.

Hadi bakalım, sevgili bakanlarım. Bu mücadele için hepimiz çalışmaya hazır mıyız? Yalnız sizler değil, meclis üyelerimiz, hatta siyasi partilerin temsilcileri de bu mücadeleye katılmalı; yerel yönetimlerin gücünü, haklılığını ortaya koyarak, merkezi yönetimi çözüme zorlamalıyız.

Ankara, belediyelerimizin gücünü ve haklılığını daha yakından görsün.

Yerel yönetim özerkliği

1924 Anayasası, devleti; Merkezi İdare ve Yerel Yönetim İdareleri (İl Özel İdareleri, belediyeler, köyler ) olmak üzere iki bölüme ayırmıştır. Zamanla bu ayırım içerisinde yerel yönetimler, dünyada oluşan teknolojik devrim ve onun beraberinde getirdiği hızlı sanayileşme, nüfusun artışı ve kentlere akışıyla, yerel yönetimlerin özellikle belediyelerin görevleri ve sorumlulukları alabildiğine artmış, buna karşın yetki ve kaynak kullanımında özerkliği, çağın gereksinimine cevap verir konuma getirilmemiştir.

Merkezi, yönetim, yerel yönetimleri her zaman avucunun içinde tutmaktan adeta keyif almıştır.

İmarda, personel istihdamında kaynak yaratma ve kullanımında belediyeler hep yasal kısıtlama altındadırlar. Oysa, demokratik evrimini tamamlamış ülkelerin çoğunda bu dönem çoktan geçilmiştir.

Siyasi ikbal uğruna verilen tavizlerin neye malolduğu herkesin bildiği bir hakikattir.

Bu yüzden şehirler çarpılmış, denizler, akarsular kirlenmiş, namus bilinen mülkiyet hakkı korunamamış, halkın beklediği hizmetler özlemde kalmıştır.

Yasalarla yerel yönetimler bir çok görev ve sorumluluk yüklenmiş, yetkileri ise daraltılmıştır. Kaynakları kısıtlı, personel istihdamı kısıtlı, onurları ezik çalıştırılmıştır.

Merkezi yönetimin yıllardır bu feryatlara tıkadığı kulaklarını artık açmasını diliyoruz.      

Hava Durumu
Döviz Bilgileri
AlışSatış
Dolar34.425434.5633
Euro36.250536.3957
Dilber Abla
İHV Gönüllüsü